Fenerbahçe’nin de kişiliği olur mu demeyin. Yüz yıllık bir camianın özellikle de futbolla yoğrulmuş bir kulübün kişiliği olmaz olur mu?
Herkesin bildiği birkaç özellik denilince örneğin, Fenerbahçe yıldız sever, teknik oyun sever, savunma futbolundan hoşlanmaz. Bu her zaman böyledir, böyle olmuştur.
Fenerbahçe’nin günümüze uygun bir sistem oturtabilmesi için önce yapısında olan özellikleri bir bir ortaya koyması, daha sonra da aynen bir insan da olduğu gibi iyi yönleri koruyup, olumsuz görünen özellikleri, kötü huyları kendinden uzaklaştırması, günümüz dünyasına uyum sağlayacak şekilde kendini geliştirmesi gerekir.
Fenerbahçe’nin kitlelere mal olmuş, çok büyük kalabalıklarca sevilmiş ve artık efsane haline gelmiş futbol tarihine baktığımız da, o dönemin en önemli yıldızlarının çoğunluğunu kadrosunda barındıran, teknik ve göze hoş futbolu benimseyen, her maçta bir-iki yıldızının ortaya çıkmasıyla maçları kazanan bir takım yapısı olduğunu görüyoruz. Genellikle ortadan kısa paslarla rakip savunmaları delerek sonuca giden bir alışkanlığa sahip olduğunu biliyoruz. Her zaman, her dönemde duran top üstatlarının bulunduğu ve frikik gollerine alışkın bir camia olduğu da bir gerçek Fenerbahçe’de.
Bununla beraber futbolun dünyadaki gelişim ve değişiminin buna paralel olmadığı, ne yazık ki teknik yerine fiziki mücadelenin önem kazandığı, öncelikle gol yememenin amaçlandığı ve süratinde büyük önem kazandığı sürece çok da adapte olamadı Fenerbahçe.
Gittikçe daha çok basketbola benzeyen, toplu hücum ve toplu savunma anlayışının değer kazandığı, çok paslı set oyunlarının kurulduğu ve dişe diş, başa baş mücadelelerin sergilendiği bir oyun oldu artık futbol. Duran toplarının değerinin çok artması ve süratin birincil koşul haline gelmesi de yine bunun bir sonucu.
Gerçi Samuel Johnson gibi sahada büyük bir mücadele veren, savaşan, maç bittiğinde formasını sıktığında akıttığı teri gören taraftardan büyük alkış alan futbolcular artık seviliyor Fenerbahçe’de. Daum’un ilk geldiği 2003-2004 sezonunda kanatlara önem vermesiyle, dünyanın önemli bir gelişimine de ayak uydurma eğiliminde olduğu da bir gerçek.
Artık küçük veya güçsüz takımlar maçın başlama düdüğüyle yenilgiyi peşinen kabullenmiyor. Aksine deyim yerindeyse küstahça başkaldırıyor. Futbolun ayağına, bileğine çok yakışan futbolcuları olmasa bile sahada büyük bir savaş veriyorlar, çok iyi kondisyona sahipler.
Şimdi konuyu somutlaştıralım. Öncelikle Yönetim Kurulunun Fenerbahçe’nin hem yukarıda biraz anlattığımız kişiliğini tam olarak tespit etmesi, hem de bunda eksik olan, ama olması gereken değerleri ortaya koyması şart. Aykut Kocaman’ın bu özelliklere uyup uymadığına karar vermeli. Aykut Kocaman’ın futbolcularla ilişkisi, onların üzerinde kurduğu tatlı sert otorite masaya konulmalı ve bir karar verilmeli. Yoksa onun camia da bu kadar sevilmesinin yeterli olmayacağı bilinmeli. Bizim görüşümüz yola devam etmesi yolunda. Elbette ekibi de gözden geçirilmeli. Roland Koch gibi bir antrenörün takımı nasıl çalıştırdığı bilinen bir gerçek. Gerekiyorsa takıma psikolojik destek de sağlanmalı.
Oyuncu alırken sadece futbolculuk yeteneklerine değil, profesyonelliğine de bakılmalı ve her sezon bir iki takviyeyle geçici olmayan ve uluslar arası alanı da kapsayan başarı sağlanmalı.
İster Şampiyonlar Ligi, isterse de gazoz kupası olsun, katıldığı her turnuvanın favorisi olan, kaybederken bile sonuna kadar mücadeleyi bırakmayan Fenerbahçe takımı oluşturulmalı.
Elbette ki taraftarıyla, tesisleriyle müthiş bir potansiyele sahip olan bir kulüp Fenerbahçe. Sadece özetlemeye çalıştığımız bu bilgiler ve yönetimce toplanacak tüm verilerle bu Fenerbahçe’nin bir rüya olmadığını ve kurulacak sistemin en alttan en yukarı kademelere kadar oturması için sabredilmesi gerektiğini anlatmaya çalıştık. 103 yılı geride kalmış Fenerbahçe’nin bir çok değerde olduğu gibi sportif başarıda da dünyanın dev kulüpleri arasındaki yerini alması ve bu sezon çok büyük bir olasılıkla kaybedilmiş olsa bile önümüzdeki on yılları şimdiden kurtarması gerekir.